Utanmadan Yaşamak

Utanmadan Yaşamak

Utanmadan Yaşamak

Hiçbir öğreti yok ki kendini yaşamaktan utanmayı öğretsin insana. Kendini itip çekmeyi, kalıpların içine sıkıştırıp orada öylece bırakmayı öğretsin. 37 yaşına kadar ben duymadım en azından ya da hiç pratik etmedim. Hep özgürleşmekten bahsediyordu okuduğum, referans aldığım her kaynak, her bir bilgi ve bir de yaşamında hizmet etmekten geri durmamaktan, elinden gelenin hep en iyisini yapmaktan.

Bir yerlerden herkese tanıdık geliyordu özgürleşme kelimesi ama nasıl işledi bu kelime hayatımızın içine, orası herkes için değişken. Neyden özgürleştiğimiz farklı farklı cevaplarla yer buldu içimizde, belki de ondan. Kimi kendinden özgürleşmek dedi, kimi bilgiden dedi, kimi esir miydik ki diye sordu... İnsanın değişen dinamiklerini bir eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor bence. Çünkü herkesin yolu ve hizmetinin başlığı değişse de bir noktada bazı kalıplar ve tanımlar gizli bir şekilde sıkıştırıyor insanı. Özgürleşmek derken kendi içinde kendini sıkıştırmak gibi mesela...

Neden sıkışıyoruz peki? Hani özgürleşecektik? Ne oldu da gene sıkıştık? Her şey iyiydi, güzeldi, hoştu… Suçu başkasına atmadan, retro mu oldu, gezegenlerde bir haller mi var yine diye sormadan önce insanın bir kendisine sorması gerekiyor; “ben ne yaptım?” Bir noktada hayatında kısa devre yapan noktaları görmek istememiş olabilir misin? Yaşamsal korkularının olduğunu, arkasına saklanmayı gizliden gizliye sevdiğin, onlar olmasa ya biri olamazsam dediğin, derinden derine seni manipüle eden toksik düşüncelerin olamaz mı? Yapman gerekenleri yapmak yerine başkasının işine karışmış, işini gücünü yarım bırakmış olabilir misin? Kafanda kurduğun sen bunların hiçbirini yapmayan mükemmel bir insanken, belki de içten içe bu yaptıklarından utanıyor olabilir misin?

Bunları itiraf etmek zor geliyor insana çünkü karanlık ve aydınlık gibi rijit çizgilerimiz var hayatımızda. Karanlığı kimse sevmiyor, dönüp orada bir şeyler mi var acaba, ben oralara neleri tıkıştırdım diye dönüp bakmıyor. Çünkü en güzel, en iyi, en kusursuz, en başarılı görünmek çok daha önemli. İçerisi Çıfıt çarşısı gibi kalabilir, dışarısı muntazam görünmeli, vitrin kusursuz olmalı. Kızgın, küskün, üzgün, sinirli olduğun anları, yaşamında anlamlandıramadığın konuları ya da hoşuna gitmeyen, sana söylendiğinde “hayır öyle değilim” dediğin sıfatları düşün. Bunların içinden geçebilme hakkın olduğunu kabul etmek ayıp mı? Tabii ki bunların geçiciliğinden bahsediyoruz, tabii ki bir duygunun seni tanımlamamasından, kendini indirgememekten bahsediyoruz… Ama her halinle kendi yolunda kendin gibi var olmak ayıp mı? Bunları da yaşayabilmek ve anlayarak geçebilmek de özgürleştirmez mi insanı? Bir kalıptan çıkıp diğerine, bir bilgiden çıkıp diğerine, bir insanın hayatından çıkıp diğerine… Kalıplarından özgürleşmeye çalışsa da onları sevdiğini itiraf edemeyecek kadar da cesaret yoksunu değil mi insan biraz da?

Hayatımızdaki onca bilgi, içsel yolculuklar, dışsal çözümlemeler, yolculuğumuzun her bir parçası kendini bir karaktere, bir kimliğe, bir bilgiye sıkıştırmak için mi gerçekten? Ezbere söylediklerimin ötesinde ben olamaz mıyım? İnsanların benden beklentileri miyim ben? Görmek istedikleri gibi gördükleri miyim? Sevilmekten, kabul görmekten korkuyorsam; sevilmezsem, kabul de görmezsem benden bir şey mi eksilir? Aldığım 3 gr bilgiyle hareket eden miyim ben? 3 gr’dan daha fazla değil mi benim ruhumun ağırlığı?.. Bazı bilgiler ezbere konuşturur. O kadar mantıklıdır, söylemek o kadar güzeldir ki söyler söyler durursun... Ezbere konuşmadan ve kendine de yalan söylemeden bir buraların üzerinden geçmek gerekiyor bence. Çünkü satya malum, kendine yalan söylemek de bir çeşit yalan sonuçta.

Bilgi çok kıymetli, bilgi çok değerli… Ama… Bir bilgi hayatında hareket etmiyorsa onu kullanma ehliyetine sahip olur mu insan gerçekten? Buralar ince çizgiler…

Koca bir yaşam ezbere okunmaya başlıyor o zaman böyle sorular sorulmazsa. Kendini yenilemeyi beceremeyen bir bilgisayarın ekranda tekrar tekrar aynı sayfaları göstermesi gibi tekrar tekrar aynı bilgileri, aynı cümleleri söyleyip duruyor insan, değişkenleri göremiyor, başka bir yol da mümkün diyemiyor, kabul edemediği tüm hallerini yok sayarak sanal bir gerçeklik yaratıyor ve sıkışıp kalıyor kendi eğrisinin doğrusunun içinde.

Bilginin idraki gelmediği sürece insan aldığı bilgiyi de dilinde evirip çevirip duruyor. Bu bir yemek tarifi de olsa böyle, bir öğreti de olsa böyle bence… Tüm inancınla arkasında durduğun bilgi tabii ki sende bir şekilde çalışıyordur. Senin kulakların duyar, senin ruhuna dokunur sonuçta. Ama sana nereden, nasıl gelmiştir? Sende nasıl uygulanır, seninle nasıl bütünleşir, nasıl çalışır? İnsanın bunu biraz düşünmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Sana bilgiyi getireni değil, gerçekten “seni” ortaya çıkarması için zaman gerekir, emek gerekir, mesai gerekir. Kendine bu mesaiyi ayırmadığında bir başkasının kimliğinin üzerinden yaşar durur insan. Her bilgi farklı çalışır insanın üstünde. Bence en önemlisi de bilginin karşısındaki yerini, haddini bilmektir. Aksi takdirde senin yaşamda hareket alanın geniş diye, evli barklı, işinde güçünde çoluk çocuk sahibi birine kalk dağa git keşiş gibi yaşa deme hakkını verebilir bir süre sonra insana bilinçsizce. Nasıl doğru aktarmak için önce doğru duymak gerekirse, utanmadan kendini yaşamak için de önce senin orada olman, ağzından çıkan sözlerle, neler yaptığınla samimiyetle yüzleşmen gerekir…

İnsanı manipüle eden bu kadar şey, peşine takılıp gideceği bu kadar sıfat varken kendi olması dile kolay ama aslında çok da kolay değil. İnsan diline güzel gelen bir bilgiyi, daha hoşuna gideni gelene kadar da bırakmak istemez sonuçta. Hoşuna gitmeyen bir bilginin, bir durumun içinde dayanabilmesi de sağlam bir sabır gerektirir. Size gül bahçesi vaad etmeyen ama ısrarla, her şeyinizle ve her şeye rağmen orada mevcut olmanızı gerektiren bir yolda kendinizi gerçekleştirmek yerine sadece sahne almaya çalışıyorsanız, gül ve diken arasındaki bağlantıyı bir noktada unutuyor olabilirsiniz. Her insanın dinamikleri sürekli değişirken, gezegenler bile yörüngelerinde ve tabii ki düzen içinde ama sabit değilken tutunduğumuz bilgiler, kimlikler, sıfatlar her şartta, herkese aynı şekilde hizmet eder mi? İşte orası tartışılır. Tabii ki olabilir ama olamayacağı da bir olasılıktır. Yin ve yang gibi. Biri olmazsa diğeri var olamaz. Her şey olur, her şey değişir. Her gün baktığımız gökyüzü bile aynı değil. Sen ezberlerini okumaya devam ederken baktığın gökyüzünde belki de o yıldız çoktan kayıp gitmiştir. Senin gördüğün sadece yüzyıllar önceki halidir...