Yoga zihnin modifikasyonlarını kontrol etme yoludur. Öyle bir yoldur ki ezberlenmiş her türlü bilgiyle sizi muhatap bırakıp ardına bakmayı öğretir. Bir şeyin karanlığına bakmak her zihin için kolay değildir. Ezber bilgiyle hareket etmeyi bir kısa yol tuşu olarak hayatınızın parçası haline getirdiyseniz, bu ezberleri bozmak için oldukça çaba sarf etmeniz hatta önce bu davranış kalıplarınızı fark etmeniz gerekir. Konfor alanının tatlı bir sesi vardır. Tıpkı “Hadi biraz daha uyu, alarmı ertele sonra yaparsın” diyen bir iç ses gibi… Sizi tatlı tatlı uykuya geri çağırır. Burada da seçim yapar insan çünkü aslında bir yola çıkmaya hazırlanmak, bilinç için de bir uyandırma çağrısıdır. Ya gözünü açar o yataktan kalkarsın ya kalmazsın ya dönüp kendine bakarsın ya da bakmazsın. Sonuçta karşına çıkan bir yoldur. İnsana kendisi olmayı öğretir. Ya yürürsün ya da yürümezsin...
“Kendin ol!” cümlesi çok kolay söylenir. Çok rahat deriz bir başkasına, başkası gibi olma diye ama bunu gerçekten idrak edemeyiz. Karar verdiğiniz anda değişmez ezber bilgiler, çaba gerekir. “Nasıl da kendimi yaşıyorum” diye övürünken bir bakmışsınız anneniz gibi davranıyorsunuz, babanız gibi korkuyorsunuz, hocanız gibi konuşuyorsunuz… İnsanın aydınlık tarafı ve orada övündüğü yanları olduğu gibi, gölgede kalan tarafı da vardır ve herkes o gölgelerde kendini aramaktan hoşlanmaz. Sevgimizin koşullara bağlı olduğunu, samimiyetimizin biri ayağımıza basana kadar olduğunu fark ettiğimizde bu yüzden yıkılırız başlarda. Çünkü kendimizi bilme çabası, neyi ezberlediğimizi ve bu ezberlerle nasıl benliğimizi kamufle ettiğimizi de gösterir bize.
Hep eksik bir şeyler varmış gibi tamamlanmaya çalışır durur insan. Aradığımız neyse bizde olduğunu söylerler ama “ben” dediğimiz şeyin ne olduğunu bilmiyorsak, yaşamıyorsak bu cümlenin de altı boş kalır. Kendini yaşamaya cesaret etmek adı üstünde yaşamaya cesaret etmektir aslında. Belki birilerinin bizi görmemesini, sevmemesini, onaylamamasını… yani kısacası öğrenilmiş en temel korkularımızın gerçekleşme ihtimalini de göze almaktır ve bunun da yolumuzun bir parçası olduğunu hatırlamaktır. Bu çabada göz ardı ettiklerimizi de buluruz yani kısacası. En derin korkularınızın gerçekleştiği zamanlar eminim olmuştur, işte korkunun ardına bakmayı böyle öğreniriz, onun tam içine düşerek.
Peki neden bir diğerinin duygusuna, deneyimine uyumlanmaya çalışıyoruz devamlı? Her birimizin yolu kendine özelken, her birimiz şahsına münhasır varlıklarken neden aynı olmak için çabalıyoruz? Farklı hissetmekten, farklı düşünmekten ve bunu ifade etmekten korkuyoruz. Deneyimlerimiz bize özelse, içindeki ders bizi büyütecekse neden bir diğerinin deneyimiyle, yorumuyla kısıtlıyoruz kendimizi? Çünkü nasıl kendimiz olabileceğimizi bilmiyoruz… Sanıyoruz ki anca bir diğerlerine benzersek, kabul görürsek, onaylanırsak kendimiz olabiliriz. Sanıyoruz ki sadece “kendimiz olmaya izin verilirse” kendimiz olabiliriz…
Bu da senin pratiğin sözünü çok duyarız, hatta yerli yersiz duyarız bu sistemin içinde kendimizi yaşamaya çalışırken. Öyle ki bir diğerinin üzerine yaşamın inşa edildiğini de görürüz, karşı tarafa cezayı kesmek için bu güzelim sözün harcandığını da. Kendini bilmek cesaret ister, “bu senin pratiğin” cümlesindeki pratiğe sahip çıkmak da öyle. Çok sansürsüz bir cümledir bu. Dışarıda olan her şeyin “benden” yansıdığını hatırlatır. Bu yolun benim yolum ve benim seçimlerimin sonucu olduğunu, kendim olabilmem için bir diğerinin rızasına ya da onayına ihtiyacım olmadığını hatırlatır…
Öğretmenlerimizden pratiğin kesintisiz bir şekilde devam etmesi gerektiğini öğrendiğimizde sahip çıkmaya çalıştığımız da işte bu yoldur. Fiziksel olarak belki sürekli size iyi gelecek şeyleri yapamayabilirsiniz, ancak sürekli kendinizi araştırmaya devam etmelisiniz. Eksik olmadığınızı bilerek, bir varış noktası belirlemeden, ışığı görmenin kaygısına, hata yaptım telaşına düşmeden kendiniz olmanın her türlü yolunu araştırmalısınız. Ezber bilginin düşmesine, kodlanmış bir yaşamın değişmesine izin vermelisiniz. Hayatınızın merkezine kendinizi koyup buradan yansıyanları izlemelisiniz. İnsanın yolunu bir başkası üzerine inşa etmesi sağlıklı bir ruh hali değildir, bir pratik değildir. Hayatımızı başkası için yaşarsak, yolda kalmamız yüksek bir ihtimal olur.
Kendinizi sevmezseniz bir diğerini tüm kalbinizle sevemezsiniz.
Kendi yolunuza sahip çıkmazsanız yaşamda karşınıza çıkanları tüm kalbinizle kucaklayamazsınız.
Kendi potansiyelinizi araştırmalısınız, bir diğerinin potansiyeli sizi bir yere taşımaz. Taşıma suyla değirmen dönmez.
Bu bedenin, bu ruhun taşıyıcıları olarak önceliğimiz varlığımızı kabul etmek ve sorumluluklarımızı yerine getirmek. Çünkü kendimiz olmayacaksak kim olacağız öyle değil mi? Kendi hayatımızı yaşamayacaksak kimin hayatını yaşayacağız?..