Hani iyi Olacaktık?

Hani iyi Olacaktık?

Hani iyi Olacaktık?

Yogaya yeni başlayanların kendilerinden en büyük beklentilerinden biri de belki bu: “iyi olma” beklentisi. Herkesin iyisi, kötüsü kendine göre değişir tabii ki. Kimi iyi bir insan olmak ister kimi iyi hissetmek, kimi iyi görünmek ister. Ama hep bir iyi, güzel, hoş olma beklentisi içeride bir yerde döner durur ve zamanı geldiğinde o meşhur soru sorulur; “Hani iyi olacaktım?”

Ne yoga eğitimleri sizi mutlu etmek için yapılır ne de yoga yolu gül bahçesi vadeder insana. Hep uyanmaktan bahsederiz ya. İşte hayatına uyanmaktır, kendine uyanmaktır yoga. Kim olmadığını göre göre kim olduğunu anlamaya başlar insan. Hatta “biri” bile diyemez belki anlamaya başladığı hale.

Çok uzun süre üzerine her gün başka renkte bir gömlek giydiğini düşün. Gittiğin her yerde gömleklerinin rengi değişiyor. Sokakta başka renk görünüyorsun, evde başka, eşine başka, sevdiğine başka, hele ki sevmediğine bambaşka…

Don Kişot’un hikayesine dönüyor hayatlarımız. Maya dünyası diyoruz sonuçta, her şey sonsuzun bir tezahürü, her şey gerçeğe çok yakın birer illüzyon. E sonsuzun bir yansıması olduğuna göre seçenekler de sonsuz, yani üzerine giyebileceğin gömlekler de sonsuz. İşte bu sonsuzun içinde sen de yarattığın bütün o karakterleri gerçek sanıyorsun, şekilden şekle girip Don Kişot gibi elinde mızrağınla bir yerlere saldırıyorsun. Ama karşında gördüğün düşmanın mı yoksa kendi halinde bir yel değirmeni mi? Artık kim bilir?.. Üzerine geçirdiğin bir gömlek bile eline o mızrağı tutuşturmaya yetiyor sonuçta.

Sonsuz ihtimallerden sonsuz haller üretiyoruz ve devamlı o halleri tezahür ettiriyoruz. Bu kadar değişkenin içinde pratikten, yönelmeden bahsetmeden olanın ardını görebileceğine inanıyor musun gerçekten? Görebilseydin hayatın seni alt üst etmek gibi bir amacının olmadığını idrak edecek kadar yükselmez miydi aklın, büyümez miydi kalbin? “Bir kelebek kanat çırptığında başka bir yerde fırtına kopar.” cümlesini yazarken hoşuna gidiyor da, hayatında fırtına koptuğunda neden isyan ediyorsun o zaman? Bir yerlerde bir kelebeğin kanat çırpmış olabileceği neden ilk aklına gelen olmuyor? Kaleminden geçebilen cümle senin hayatının tam içinden de geçmiyor mudur sence?

Yazarken kolay, söylerken kolay, kalbini aç demek, teslim ol demek kolay… Biri ayağına bastığında değişirsen nasıl olacak peki o iş? Seviyorumdan sevmiyoruma, iyiden kötüye bu kadar hızlı geçebiliyorsan, hakikati hangi arada bulacaksın? “Yoldayım” diyorsun. Yola niye çıktın biliyor musun gerçekten? Ya da yola çıktın mı gerçekten? Nereye gidiyor peki bu yol? Kendine mi yoksa yarattığın başka hedeflere mi? Çok soru var insanın kendine sorması gereken. Çok konu var insanın kendine dürüst davranması gereken. Ayağına basana da yüzüne bakmayana da, beklentilerini parça parça edip avcuna bırakana da anlayış getiremediğinde, getirene kadar hezeyanlarından dört dönüp duruyorsun hayatında. Neticede yaşam dediğin bir an. Bir elinle aldığını diğer elinle yaşama geri verirsin vaktin geldiğinde. Ve bu yaşamda inansan da inanmasan da her şey hayırdır. Her şey hayırsa da cümlenin arkasından başka cümle gelmez artık. Söz biter, sessizlik başlar. Sen sessizlikte yaşamla baş başa kalırsın.