Herkesin etkileşimde olduğu herkesle ve her şeyle ilgili bir fikri, yorumu, hali, tavrı var. Ardını bilerek ya da bilmeyerek tanımladığımız hikayeler, yanındayken kendimizi rahat hissettiğimiz ya da zaman zaman bizi zorlayan, huzursuz hissettiren insanlar; zihnimizde hangi kodlar devredeyse ona göre yorum yaptığımız durumlar, pozisyon aldığımız alanlar… Ve saymakla bitmeyecek daha nice örnek… Binbir renk var hayatımızda, binbir halimiz olduğu gibi. Tek bir renkten ibaret olsaydık, zaten bunları konuşuyor olmazdık…
Bu kadar çeşitlilik her ne kadar canlılığımızın bir kanıtı da olsa, her şey bir noktada nasıl yorumlarsak ona göre gerçeklik kazanıyor hayatlarımızda. İnsanın kendi cennetini, cehennemini yaratması gibi; seviyoruz bir dünya, sevmiyoruz başka bir dünya yaratıyoruz kendimize. Sonra da birleştirdik diyoruz iyiyi kötüye tercih ederek.
İnsanın kendine olan cehaleti, insanı kendi yorumlarına da esir bırakıyor. Kendini aklamaya, her yaptığını bir kılıfa uydurmaya çalışan insan, sapla samanı karıştırıp iyi dediğini bir yöne, kötü dediğini diğer yöne itmeye çalışıyor çeşitliliğin yarattığı renkleri görmektense. Başkasına bakıp “bu kötü” dediğini kendi de yapıyor hayatının bir noktasında, fark etmiyor; bir şeyi bırakamayacak kadar çok sahipleniyor başkasına yapma derken, gittiği zaman yıkılıyor… Kendisinin başına gelmez sanıyor insan ve günün birinde kendi sözleriyle sınanıyor başkasına akıl verirken. Tutunmanın bırakmayı getireceğini, kötünün iyiyi gösterdiğini, her şeyin insanın başına gelebileceğini deneyimin içinden geçmeden anlayamıyoruz çoğu zaman. Dışarıyı yorumlamaktan dönüp kendimize bakmıyor ve bizim de, yaşamımızdaki tüm bu gölgelerden ve ışıklardan ibaret olduğumuzu hatırlayamıyoruz. Bir diğerine akıl verirken kendimizin de aynı deneyimden aynı farkındalıkla geçememe ihtimalini düşünemiyoruz…
Yaşamıyoruz, sadece gördüklerimizi ilk perdeden yorumluyoruz. Boşluğa değil, rengarenk bir dünyaya değil; kelimelerin kalabalığına, dolup taşmış zihinlerimizin tanımladıklarına, oldurduklarımıza ve olduramadıklarımıza bakıyoruz çoğu zaman. Kim olduğumuzu, gerçekten nasıl bir potansiyelle bu yaşamda rol aldığımızı bilemeden, ezberlenmiş sınırlarımıza, bilgilerimize tamam diyor ve bundan ibaret sanıyoruz kendimizi. Kendimizi bilemeden başkasını bilebileceğimizi zannediyoruz.
Birçok şey oluyor hayatta yorumladıklarımızın ötesinde. Sadece bizim doğru yanlışlarımıza göre şekillenmiyor bu yaşam. “İyi” dediğimiz her neyse, kendi varoluş halinin içinde zıttını da barındırıyor. Bakış açın değiştiğinde, yorumunun da aynı kalması söz konusu olamıyor o an. Daha geniş bir açıdan, başka bir perspektiften, yüksek bir bilinçten yaşamı izlemek, sınırlı ve sabit bir zihnin sınır çizgilerinin ötesine geçmek tüm yorumlarımızı düşürüyor bazen. Yin ve Yang’ın birbirinden ayrılamaması gibi, iyi-kötü, güzel-çirkin birbirinden hiçbir zaman ayrılamıyor. İyi, güzel, hoş diyenin de; kötü, çirkin diyenin de insanın kendisi olduğunu düşünürsen, bu tanımları anlamak için insanın önce kendine “Ben buna neden kötü diyorum?” diye sorabilmesi gerekiyor. Çünkü hiçbir şey iyi ya da kötü olmuyor sonuçta, sadece oluyor. Ve ne güzel ki yaşam, bilinçlerimizi yükseltmek için, bize bir hayat dersi bırakabilmek için diğer yüzünü gösterecek kadar da bize alan tanıyor. Hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda suçu Merkür’e ya da suçu bir diğerine atmanın hiçbir manası kalmıyor işte o zaman, biliyorsun ki her şey bir ders, ne anladığın sana kalmış…
Peki neden yorumsuz bakamıyoruz yaşama? Neden hep hoş olanın peşinde koşuyoruz da bizi zorlayanın ardındaki derse bakamıyoruz? Ne zor geliyor bize de kontrolün her zaman bizde olmadığını kabul edemiyor, yaşama güvenmeyi seçemiyoruz? En önemlisi, başlayan her şeyin bitmesi gerektiğini, her şeyin zıttıyla bize bütünü ve kendimizi işaret ettiğini anlayamıyoruz… Zaman ve deneyim gerekiyordur belki bunun için daha çok, kimin hikayesinin neye ihtiyacı var kim bilir…
Ancak bir gerçek var ki; her şeyle ilgili bir fikri var insanın. Bayılıyor insan “ben daha iyi bilirim” demeye. Sorsalar, her şeyin aklını verecek donanıma sahip. Ta ki sözlerini kesecek deneyim başına gelene kadar… Ancak, kelimeleriyle sınandığında, “ben bilirim” dedikleri tersiyle karşısına çıktığında, yapmam dediklerini yaptığında ve tüm yorumları düştüğünde bir silkelenir. Ve yaşam da sormaz mı o zaman sessizce; “O kadar akıl fikir veriyorsun da, senin kendinle ilgili hiç fikrin var mı?..”