Ayrı Dünyaların İnsanıyız…

Ayrı Dünyaların İnsanıyız…

Ayrı Dünyaların İnsanıyız…

Biz ayrı dünyaların insanıyız… Önce filmlerden ezberlediğimiz, sonra arkadaşlarımızla muhabbetlerimizde seninle aynı fikirde değilim, aynı noktada değilim hatta artık hayatında da aynı yerde değilim demenin mizah dili haline gelen ve yıllarca duyduğumuz bu klişe cümle, bir noktada gerçekten doğru.

Evet biz ayrı dünyaların insanıyız zihinlerimizde. Senin yaşadığın dünya ile benimki aynı değil. Senin gördüğünle, deneyimlediğinle ve yorumladığınla benimki aynı değil. Tüm bilgiler doğanın kendi yasasına uygun olarak bir ve tek, kaynak da aynı olabilir ancak zihnimizin yarattığı varyasyonlar sonsuz ve bu sonsuzluk, bazen inanılır gibi değil…

İnsan zihnindeki kalıplarla algılıyor dünyayı. Benim yaşadığım deneyimin içinden sen geçmediysen, benim yürüdüğüm yoldan yürümediysen ne yaşadığımı tam olarak bilemiyorsun. Yaklaşım geliştirebiliyorsun, kendini benim yerine koymayı deneyebiliyorsun, anlamaya çalışabiliyorsun ama o deneyimin benim ruhumu nasıl etkilediğini, benim genetik kodlarım üzerindeki etkisini yüzde yüz bilmen mümkün olamıyor, nasıl olsun? Bunu bilebilmen için, ben olman gerekiyor. Ve bir deneyimin kişiye ne yaptığını, sadece ve sadece o deneyimi yaşayan biliyor. Bu yüzden hayat hikayelerimiz de hep kendine özgü. Yolculuklarımız, gelişimlerimiz, düşmelerimiz, kalkmalarımız hep kendimize özgü. Birlikte de yürüyor olsak, birlikte bir ömür de geçiriyor olsak, aynı dünyanın üzerinde ayrı dünyalardayız. Bir yere kadar…

Yoga insana objenin özünü anlamaya götüren bir yolu tarif ediyor. Zihnin düşünce kalıplarını fark etmeyi, ezberlenmiş bir bant kaydının ötesine geçmeyi. Yani aslında ayrı olarak algılanan dünyaları birleştirmeyi… Objeleri deneyimlerinle algılıyorsun ve bu deneyimler tam olarak gerçeği yansıtmıyor diyor. Ve sadece yoga değil, okuduğum, pratik ettiğim tüm kaynaklar da benzer bilgileri aktarıyor. Değişken bir zihnin, değişken duyguların arkasında tek bir sabit nokta var, insan oraya çapa atmalı diyor. Yani kendi merkezine… Düşünsene, tüm bu görsel şölen senin aracılığınla açığa çıkıyorsa, kontrol edeceğin ilk şey de elbette kendinsin. Yani kaos da sensin, kargaşa da sensiz, huzur da…

Kendini zıttıyla gösteren bir denge sisteminde, bölünmüş dünyaları birleştirmeye niyet etmiş olanlar ilk önce dünyaların nasıl bölünebildiğini görüyor belki bu yüzden. Karanlığını ve aydınlığını fark ediyor, güzeli ve çirkini görüyor, kendince doğruyu ve yanlışı yorumluyor. Ama sonra diyor ki insan bir noktada, tek bir şeyin iki farklı yüzü sadece… Her şeyin, duyduğunun, sana tesir edenin ya da senin tesir ettiğinin arka planında sadece bir tekamül yolculuğu var. Ve geçip gitmeyi öğreniyor düşe kalka. Her şeyi kendi doğasına bırakmayı, aradan çekilmeyi öğreniyor. Sonuçta çok büyük bir gerçek var ki, her şey, her an zaten geçiyor. Margaret Atwood’un çok sevdiğim bir cümlesini hatırlatıyor bu bana, “in the end, we'll all become stories…” Gerçekten de öyle… Ve belki de böyle böyle, ayrılmış dünyalarımız zamanla birleşmeye başlıyor. 

Biz ayrı dünyaların insanı olabiliriz ama bu birbirimizden ayrı olduğumuz anlamına gelmez. Birbirimizden farklı olabiliriz, aynı düşünmeyebiliriz, senin yaşadığını yaşamamış olabilirim ama bu, hayatımızı kaosa çevirmeyi ve oradan beslenmeyi gerektirmez. Kendi dünyalarımızda huzurla varolabiliriz, ta ki bir gün gerçekten birleşene kadar…